12 Mayıs 2009 Salı

Fuat Kalbüm Sabah Gazetesi Röportajı



Berlinli Rapçi Fuat: "Yazdığım sözler Dali'nin resimleri gibi"



Fuat iki hafta önce çıkan ve ilk baskısı tükenen yeni albümünün satışları
hakkında, "Balıkçılar ağları çekerken bereketi kaçar diye kaç tane balık olduğu
sayılmaz. O yüzden ben de şimdi satış rakamlarıyla ilgilenmiyorum" diyor.
Almanya’da onlarca şarkı yaptı, yüzlerce konser verdi. Sonra bir gün bıçak
kemiğe dayandı ve Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Şimdi kalbini ortaya koyduğu,
Türkiye’de çıkardığı ikinci albümü Kalbüm’le ‘savaş’ına devam ediyor.





Berlin’in, New York’un veya Paris’in, her şehrin kendine özgü bir rap tarzı,
kültürü oluşmuş durumda. İstanbul da son yıllarda bunların arasında kendine yer
açma gayretinde. Üç buçuk yıl aradan sonra Türkiye’deki ikinci albümünü çıkaran
Fuat, bu ortam içinde sanki kanıyla, canıyla ‘savaş’ veriyor.



Albümün adını Kalbüm olarak seçmesi de bunun bir göstergesi olmalı. Kalbini
ortaya koyarak bu albümü yapmış, ama bu süreç de hiç kolay geçmemiş: “Türkiye’de
beni tatmin edecek teknik düzeyde bir yer bulamadım; burada her şey zor. Bundan
önce Almanya’da müzik yapıyordum ve yılda en az iki albüm çıkarıyordum. Ama
Türkiye’ye gelince aralar uzadı. Şunu söylemeliyim ki, bu kadar ara vermem benim
için çok iyi ve verimli oldu. O kadar efor sarf etmiştim ki, ‘Bir duralım,
bakalım ne olacak?’ dedim.”



AGRESİF BİR ALBÜM

Ne olmuş? Kesinlikle çok agresif bir albüm olmuş. Ne de olsa Fuat’ın bu üç buçuk
yıl içinde sadece yapmak istedikleri değil, siniri de birikmiş. Ayrıca sözler
üzerine çok düşünüldüğü belli. Eskiden metroda, otobüste, her yerde ve devamlı
şarkı sözleri yazarmış; bu ara, daha çok düşünerek yazmasını sağlamış. Sadece
düşünmüş; neredeyse hiç müzik dinlememiş, böylece kendi sound’unu yaratmaya
çalışmış.



Her şeye rağmen Türkiye’deki genel tekel mentalitesinin her alanda olduğu gibi
rap piyasasında da kendini göstermesinden şikâyetçi: “Türkçe rap’in
gelişebilmesi için somut şeylere ihtiyaç var. Paran varsa iyi bir stüdyo
kurarsın, iyi bir stüdyo kurarsan iyi bir sound yakalarsın. Bizim internetten
indirilmemeye ihtiyacımız var. Bizi sevdiklerini söyleyenler de şarkılarımızı
internetten indiriyor. Memlekette hep bir kulvar, birkaç kişinin elinde, oraya
girmek imkânsız. Ben hep kendi yağımda kavrulmayı seçtim.”



ÇOK ACILAR YAŞADIK

Yine de Fuat, Türkçe rap’in geleceğinden umutlu. “Çoğu çok akıllı, yetenekli,”
diyor. Konserlerinin sonunda o kadar çok demo veren oluyormuş ki, “Bana demonu
verme, karnım tok,” diye söz yazmış. Fuat, rap müziğin gençler için bir arınma
yolu olduğunu da anlatıyor: “Bu ülkede savaşlar oldu, ambargolar oldu, terör
oldu, patlamalar oldu, derin devlet oldu, sağcı-solcu kavgalarında 600 bin
üniversiteli genç öldü. Çok acılar yaşadık; bu acılar nesilden nesile yansıdı.
Türk rap’ine baktığımda dertli bir gençlik görüyorum. Ama bu derdini  paylaştığı
için hafifleme durumu var. Bu onları psikolojik olarak rahatlatıyor.”



Geçtiğimiz aylarda Rapstar yarışmasında jüri üyeliği de yapmış olan Fuat’ın
Kalbüm’ünü dinlediğinizde kendinizi bir saldırının orta yerinde buluyorsunuz. Bu
duyguyu Fuat şöyle açıklıyor: “Rapin özünde şunu söyleme ihtiyacı var: ‘Hey ben
iyiyim, sen kötüsün!’ Bu bir tür savaş. Ben daha çok evrensel yazmaya
çalışıyorum. Kişilerin ismini vermek, onlara pirim vermek oluyor. Benim en çok
zevk aldığım şey bu, yarışmak.”



SALVADOR DALİ GİBİ

Rap atışmasını (battle) ise şöyle anlatıyor: “Türkiye’de bu olimpik düşünce bir
türlü kabul edilemedi. Herkes kendine göre kral. Herkesin bir dokunulmazlığı
var. Sahneye çıkıp kozlarını paylaşacaksın; karşındaki sana küfür de etse,
kendine hâkim olacaksın, ona aklınla cevap vereceksin. Bu bir boks karşılaşması
gibi. Boksörler birbirlerinin ağzını burnunu kırar, maç bittikten sonra sarılır
giderler. Bizimkisi de bunun farklı bir türü. Benim tarzım ise ‘enformatik
saldırı’. Hem arada bilgilendirmeye çalışıp hem de karşımdakiyle bir şeyler
paylaşmaya çalışıyorum. Ben saçma sapan sorular sormam; ‘Neden hortumcular
Meclis’e girdi?’ demem. Onun öyle bir resmederim ki, herkes kendine göre bir şey
anlar. Salvador Dali’nin çizdikleri gibi benim söylediklerim. Bu, kendimi
Tanrı’ya en yakın hissettiğim an. Düşüncelerini, kayıt odasında
somutlaştırdıktan sonra onları CD’ye basıp başkasına dinletebiliyorsun. Yoktan
yapıyorsun, bundan daha somut bir şey yok.”



BAKTIM OLMUYOR, İKİ BAVUL YAPTIM GELDİM

Fuat Ergin’in anne ve babası, 1969’da çalışmak için Almanya’ya gitmiş ve Fuat da
Berlin’de doğmuş. 1984’te temelli olarak Türkiye’ye dönmüşler. Ama Fuat, lise
ikinci sınıftayken, yani 1989’da, duvar yıkıldıktan bir ay sonra “Orada daha çok
şansım olur, daha iyi eğitim alırım, ” diye Almanya’ya dönmüş.



“Orada döner kesmek haricinde her işi yaptım. Köpekli korumadan tut, metal
taşlamacılığına kadar. Zaten asıl mesleğim bu; Berlin’de meslek okuluna gittim,
metal taşlamacısı oldum. En son 2003’te aynı anda üç işte birden çalışıyordum.
Gündüzleri kuryelik yapıyordum, akşamları tiyatroda oynuyordum, hafta sonları
ise Almanya’nın batısına büyük fuarlara çalışmaya gidiyordum.” Fuat, tüm bunları
yaparken, “Alman mıyım, Türk mü?” hissiyatına hiç kapılmadığını söylüyor: “Annem
ve babam özgüvenimi çok iyi körüklediler. Ayrıca Türkçeyi de Almancayı da çok
iyi konuşuyorum.”



Fuat’ın Türkiye’ye ikinci kez temelli gelişi ise rap sayesinde olmuş. 31 Mayıs
1999’da bir konser için Türkiye’ye gelmiş. “Rap hayatıma başladığımdan beri ilk
kez Türkiye’de konser verecektim, çok heyecanlıydım. Konser programında Ceza ve
Fuchs’un grubu Nefret vardı. O gelişimden sonra buradaki arkadaşlarla aramızda
bir bağ oldu. Gidip gelmeye başladım. Bu arada Almanya’da 400’e yakın konser
verdim. 2004’ün Eylülünde bıçak kemiğe dayandı. ‘Şimdi gitmezsem bir daha ne
zaman giderim ki?’ dedim. Türkiye’de gelip başardığın zaman, dünyanın her
yerindeki Türkler senden haberdar oluyor. Ama Almanya’da yaptığın zaman, bunu
bir köyde yapıyormuşsun gibi hissediyorsun. Baktım olmuyor, iki bavul yaptım
geldim.”



Ece Koçal / Sabah Gazetesi